Türkiye’de bir “faili meçhul cinayet” daha, cezasızlıkla sonuçlanmak üzere. Kürt yazar Musa Anter, Kültür ve Sanat Festivali için geldiği Diyarbakır’da 20 Eylül 1992 tarihinde bir sokak ortasında 4 kurşunla vurularak öldürüldü. Bu sırada yanında bulunan eski AKP milletvekili Orhan Miroğlu ise yaralandı.
Cinayet, uzun yıllar faili meçhul kaldı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), bu nedenle Türkiye’yi 2006 yılında mahkûm etti ve Anter ailesine 28 bin 500 euro tazminat ödenmesine karar verdi.
Dosya ancak 2009 yılında raftan indirildi. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturma kapsamında 2013 yılında dava açıldı. İddianamede, tetikçi olmakla suçlanan Hamit Yıldırım, “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım, Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Grup Komutanlığı’na (JİTEM) çalışan eski PKK itirafçısı Abdülkadir Aygan (Aziz Turan) ve emekli Albay Savaş Gevrekçi sanık olarak yer aldı. İddianamede, sanıkların “taammüden öldürme” ve “halkı isyana ve birbirini öldürmeye teşvik” suçlarından cezalandırılması istendi.
Bir JİTEM cinayeti, Musa Anter
İddianameye göre, Musa Anter cinayeti, infazlarına 1989’da başlayan JİTEM’in bir cinayetiydi. İsveç’te yaşan Abdulkadir Aygan, 2010 yılında alınan ifadesinde, tetikçinin “Şırnaklı Hamit” olarak anılan Hamit Yıldırım olduğunu açıkladı. Bu ifade üzerine 2012’de Yıldırım tutuklandı. Aygan’a göre, o sırada JİTEM Grup Komutanı Cahit Aydın’a vekâlet eden TİM Komutanı Albay Savaş Gevrekçi, “Çocuklar eve biraz geç gideceksiniz” diyerek cinayetin talimatını verdi. İddianameye göre, cinayetin planlayıcıları arasında Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım yer aldı. Yıldırım, bu konuda PKK itirafçısı Hogir kod adlı Cemil Işık’ı kullandı.
9 yıllık davada karar çıkmadı
Dava Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 2013’te başladı. Mahkeme, 2014 yılında Anter davasıyla JİTEM Ana Dosyası’nın birleştirilmesine karar verdi. Dosya daha sonra güvenlik gerekçesiyle Ankara’ya nakledildi. Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım tarafından kaçırılarak işkenceyle öldürülen Ayten Öztürk davasının da Anter-JİTEM davasıyla birleştirilmesine karar verdi. Böylece davadaki dosya sayısı da sanık sayısı da arttı. Dava sürerken, İsveç’te yaşan Abdulkadir Aygan’ın ifadesi bir türlü istinabe yoluyla alınamadı. 2012’de tutuklanan Hamit Yıldırım, 2017 yılında tahliye edildi.
20 Eylül’de 30 yıllık zamanaşımı süresi dolacak
2013’te başlayan dava, 9 yılda karar çıkmayınca zaman aşımı tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. 20 Eylül tarihinde Musa Anter cinayetinin üzerinden 30 yıl geçtiği için yasal zaman aşımı süresinin 20 Eylül’de dolacağı belirtiliyor.
Davanın bir sonraki duruşması 15 Eylül’de Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek. Bu davanın, zaman aşımı kararından önce görülecek son duruşma olması bekleniyor.
Dicle Anter: “Demokrasi, hukuk eksikliği”
DW Türkçe’nin ulaştığı Musa Anter’in oğlu Dicle Anter, davanın zaman aşımı nedeniyle düşme tehlikesiyle karşı karşıya bırakılmasına tepki gösteriyor. “Böyle bir davanın esasında zaman aşımına uğramadan çözülmesi gerekiyordu” diyen Anter, “Maalesef, bizim ülkemizde gayri hukuki adaletsizlik, demokrasi eksikliği, hukuk eksikliği, bu gibi sonuçları ortaya çıkarıyor” eleştirisinde bulundu.
Musa Anter davasında çok sanık olmadığını anımsatan Dicle Anter, buna karşılık cinayetin organize bir cinayet olduğunu söyledi. Cinayeti yapan kişilerin belli olduğunu savunan Anter, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Kutlu Savaş’ın Susurluk raporunda bir söylemi var. Diyor ki ‘Musa Anter cinayeti, hataydı.’ ‘Musa Anter bu işin felsefesiyle uğraşıyordu, barışçıl yönüyle uğraşıyordu’ derken bu bile esasında mahkemenin dikkate alacağı bir ifadededir, bir delildir. Ne demek istiyor, ‘biz devlet olarak bu adamı öldürdük, ama bir hata işledik.’ Bunun açılımı budur. O günden bu güne halen bir adım ileri atılmadı. Tabi bunun dışında Türkiye, bu süreç içerisinde adalet olgusunu oluşturamadı. Çünkü geçmişten bu yana devam eden kemik yapı değişmedi bir türlü.”
Tetikçi Hamit Yıldırım’ın tutuklandıktan sonra cinayeti inkâr ettiğini anımsatan Anter, “O yapının içine girdiğinizde çözülme de zor oluyor. Çünkü hayati endişeleri var herkesin, konuşamıyorlar. Biliyorsunuz konuşan herkesi ortadan kaldırıyorlar. Cem Ersever’i öldürdüler. JİTEM’in en önemli kişisini öldürdüler. Bahtiyar Aydın’ı öldürdüler. Rıdvan Özden’i öldürdüler. Kendilerinden olmayan herkesi öldürdüler hem askeriyede hem emniyet içinde” dedi.
“90’lı yılların üzerine gidilseydi, bugünler yaşanmazdı”
Dicle Anter, faili meçhul cinayetlerin üzerine o dönem gidilmesi halinde, bugün benzer olayların yaşanmayacağı görüşünü paylaştı:
“O bakımdan faili meçhul cinayetlere baktığınızda, belli bir yapının devlet içinde kümelenmesi ve bu yapının kümelenmiş şekilde illegal bir şekilde kendi çıkarları doğrultusunda devlette pay alma iddiası var ve bunlar halen yaşıyor, görüyoruz. Bu davalar; 80, 90’lı yıllardaki faili meçhul cinayetlerin üzerine devlet gitseydi, bugün belki bu günleri yaşamazdık. Düşünebiliyor musunuz, o zamanlar kimler vardı 80’li yıllarda? Mehmet Ağar vardı. Haluk Kırcı vardı ki Ankara Bahçelievler katliamının sanığı, adam geziyor. Çatlı’yı vatan kahramanı ilan ettiler. Böyle bir yapı var ve halen devam ediyor. Adamlar poz verdi. Çakıcı’yı cezaevinden çıkartıyorlar. Yani çok kirli işler, devletin içeresindeki o kirli yapılanma, kendi işlerine gelmeyen kişileri ortadan kaldırmakla, faili meçhul cinayetler işlemekte.”
Dicle Anter, babasının öldürülme nedenini ise “Babam idealist bir insan, haksızlığa karşı, ırkçılığa karşı savaşan bir insan. Kalemiyle, düşüncesiyle savaşan bir insan. Böyle bir insanı öldürdüler. Çünkü onları ifşa ediyordu, onlara dokunuyordu” sözleriyle açıkladı.
Yargıtay ve AYM olmazsa son durak AİHM
Anter, mahkemenin zamanaşımı kararı vermesi halinde Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi yolunu tüketeceklerini, daha sonra AİHM’e başvuracaklarını açıkladı. Ancak Anter, normal bir hukuk düzeninde AİHM’e gitmeye gerek olmadığını belirtirken, “Diyorlar ya dış güçler. Kardeşim, sen dış güçlere bizi mecbur ediyorsun. İç halini çöz o zaman, sen içeride bir çözüm bulamadıkça dış güçler sana her halükarda istediği şeyi dayatırlar” İfadesini kullandı.
“Orhan Miroğlu sanık olmalıydı”
Dicle Anter, davanın müştekisi olan eski AKP milletvekili Orhan Miroğlu’nun bu davada sanık olması gerektiğini söylüyor. Mahkemede tanık olarak ifade veren eski MİT yöneticisi Mehmet Eymür’ün “Biz Orhan Miroğlu’nu Tayfun olarak biliyorduk” dediğini anımsatan Anter, buna karşılık Orhan Miroğlu’nun bunu yalanlamadığını kaydetti. Miroğlu’nun yalnızca bir kez duruşmaya geldiğini, davaları takip etmediğini belirten Anter, “Eymür’ün bu sözünün üzerine gidilmedi. Eğer gidilseydi, sanık olarak çağrılsaydı belki konuşacaktı. Kendisi mahkemelere gelmedi. Orhan Miroğlu öyle davranınca aklınıza şüpheler geliyor. Orhan Miroğlu’nun sanık olarak dinlenmesi düşüncesindeyim” dedi.
İHD Başkanı: İnsanlığa karşı suçlarda zamanaşımı olmaz
Faili meçhul cinayetleri yakından takip eden isimlerden İnsan Hakları Derneği Eş Genel Başkanı, Avukat Öztürk Türkdoğan ise “İnsanlığa karşı suçlarda zamanaşımı işlemez” görüşünde. Musa Anter cinayetinin insanlığa karşı suç olduğunu belirten Türkdoğan, cinayetin JİTEM’in faaliyetleri kapsamında işlenen siyasi bir cinayet olduğunu vurguladı. Türkdoğan, “Bu bir tekil cinayet davası değil. Devletin imkânlarını kullanan bir kontrgerilla yapılanmasının çeşitli siyasi amaçlarını gerçekleştirmek için işlediği insanlığa karşı bir suç. Binlerce Kürdün öldürülmesi, köylerin boşaltılması, sayıları bini bulan gözaltında kayıplar, bu meseleyi insanlığa karşı suç olarak ele almayı gerektiriyor. Burada zamanaşımı kesinlikle işletilmemeli” değerlendirmesinde bulundu.
“Mahkemeler cezasızlık kültürünün etkisinde”
İHD Başkanı Türkdoğan, buna karşılık Türkiye’de mahkemelerin cezasızlık kültürünün etkisinde kaldığı için uluslararası hukuku uygulamakta isteksiz kaldığını belirtti. Anayasanın 90. Maddesinin uygulanması konusunda Yargıtay’ın düzenlemenin getirildiği 2004 yılını esas aldığını ifade eden Türkdoğan, Yargıtay’ın insanlığa karşı suçların 2004’ten itibaren uygulanacağı yönünde dar bir yorum yaptığını kaydetti. Türkdoğan, “Bu cezasızlık kültürünün bir sonucudur. 2004’ten itibaren işlenen suçları cezasız bırakmaktır. Anayasa Mahkemesi de Nurettin Yedigöl kararıyla zaman aşımı yönünde bir karar verdi ve o cezasızlığı pekiştirdi” diye konuştu.
Sivas katliamı ve faili meçhul cinayetlerde de zamanaşımı tehlikesi
Türkiye’de insanlığa karşı suç tanımı, 2004 yılında Türk Ceza Kanunu’na girdi. Kasten öldürme, yaralama, işkence gibi suçlar; siyasal, felsefi, ırki veya dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenmesi halinde insanlığa karşı suç olarak kabul ediliyor. Yasanın 77. Maddesine göre bu suçlardan dolayı zaman aşımı işlenmiyor. Ancak Türk yargısı, 2004’ten önce işlenen suçlara ilişkin bugüne kadar insanlığa karşı suç tanımlaması yapmadı.
Sivas katliamı zamanaşımından düştü
Bu konudaki en dikkat çeken örnek, Sivas katliamı davası oldu. 5 sanıklı Sivas katliamı davası 2012’de zaman aşımı nedeniyle Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından düşürülmüştü. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da 12 Eylül döneminde işlenen işkencelere ilişkin yürüttüğü soruşturmayı “zaman aşımı süresi dolduğu” gerekçesiyle kapatmıştı.
Benzer tehlike, üç firari sanıklı son Sivas katliamı davası için de geçerli. 2 Temmuz 1993 tarihinde 30 yıllık zaman aşımı dolacak. Bu davada da zaman aşımı tehlikesi doğdu. Davanın avukatlarından Şenal Sarıhan ise, İHD Başkanı Öztürk Türkdoğan gibi, insanlığa karşı suçlardan dolayı zaman aşımı uygulanmayacağını belirtti.
Mehmet Ağar ve Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın arasında bulunduğu 19 sanığın yargılandığı faili meçhul cinayetlere ilişkin dava, Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde sürüyor. Bu davanın da 2023 yılında zaman aşımı nedeniyle düşmesi bekleniyor.